Hem ülkemizde hem de tüm dünyada giderek artan oranda görülen diyabet, vücuttaki tüm damarları etkileyen bir hastalık olduğu için sinir sistemi, böbrekler ve göz gibi yoğun damarlar içeren organlarda daha fazla komplikasyona yol açmaktadır.
Diyabetik retinopati , diyabet hastasında gözün görme hücrelerinin bulunduğu en hassas yapısı olan ‘retina’ tabakasının tutulduğu duruma verilen addır. Retina tabakası, göz kabaca bir fotoğraf makinesine benzetilirse, ışığın düşerek görüntünün oluştuğu film tabakasına karşılık gelmektedir. Bu tabakada ‘fotoreseptör’ adı verilen görme hücreleri bulunmakta olup, bu hücreler göz kapakları kapalı olduğunda dahi çalışmaktadır. Bu sebeple yoğun oksijen ve besin ihtiyacı olan retina tabakası, kan damarlarınca zengindir. Diyabetik retinopatide bu damarlarda tıkanıklık, sızdırma ve kanamalar olmakta ve zamanla görme hissinin kaybına kadar gidebilen değişiklikler meydana gelmektedir.
Diyabetik retinopati, dünyada çalışan nüfus içinde birinci sıradaki körlük nedenidir. Dünya genelindeki 37 milyon körlüğün yüzde 4.8’inin diyabetik retinopatiye bağlı olduğu bildirilmektedir. Birçok farklı çalışma sonucunda diyabetik retinopatinin diyabetli hastalarda görülme sıklığı yüzde 34.6 olarak belirtilmiştir. Görülme sıklığı diyabetin süresine ve yaşa bağlı olarak artış göstermektedir. Diyabet tanısı konulmasından 20 yıl sonra Tip 1 diyabetik (kalıtsal olan ve insülin direncine bağlı gelişen tip) hastaların yüzde 90-95’inde, Tip 2 diyabetlerin (kalıtsal olmayan, insülin salınamamasına bağlı gelişen tip) ise yüzde 60-70’inde diyabetik retinopati gelişmektedir.
DİYABET TANISI KONANLAR MUTLAKA GÖZ DOKTORUNA BAŞVURMALI
Diyabet tanısı alan her hasta tanı konar konmaz mutlaka göz hekimine başvurmalıdır. Özellikle en sık karşılaşılan tip 2 diyabet tanısı alan her hastada en az 5 yıldır hastalık mevcut kabul edilmekte, bu duruma ‘gizli şeker’ dönemi adı verilmektedir. Hastalar göz hekimi tarafından göz bebeği büyütülmesi için damlalar damlatılarak gözdibi muayenesinden geçirilmeli, gerekli görüldüğünde ‘optik koherens tomografi (OCT)’ ve ‘gözdibi anjiyografisi-floresein anjiyografi (FFA)’ tetkikleri yapılmalıdır.
Genel olarak diyabetik retinopatide erken dönemde retina tabakasında küçük kanamalar, sızıntılar ve ayrıntılı gözdibi muayenesinde saptanan damar değişiklikleri söz konusudur.
DİYABETİK RETİNOPATİ HASTALIK BELİRTİLERİ
Diyabetik retinopatinin belirtileri arasında uzak ve yakın görmede azalma, bulanık ve eğri büğrü görme bulunmaktadır. Göz tansiyonu gibi bazı ek hastalıklar eşlik etmediği sürece diyabetik retinopatide ağrılı görme kaybı oluşmaz. Ancak hastalığın bu belirtiler gelişmeden önce saptanması, tedavinin etkinliği ve görmenin uzun süre korunması için çok önemlidir.
Genel olarak diyabetik retinopatide erken dönemde retina tabakasında küçük kanamalar, sızıntılar ve ayrıntılı gözdibi muayenesinde saptanan damar değişiklikleri söz konusudur. Erken dönem diyabetik retinopati; düşük, orta ve yüksek riskli olmak üzere 3 farklı türe ayrılır. Her durumda hastanın tekrar hekime kontrole gelme süresi değişmektedir. Bu süre yüksek riskli hastalarda aylık kontroller şeklinde olabilirken, düşük risklilerde yılda bir kez şeklinde belirlenebilmektedir. Erken dönem diyabetik retinopati saptanan hastalardan yüksek riskli kabul edilen bireylere, ilerde kalıcı görme kaybı yaşamamaları için ‘laser tedavisi’ veya ‘göziçi ilaç enjeksiyonu’ göz hekimi tarafından önerilebilir. Her iki tedavi de kalıcı görme kaybının önlenmesi ve geç evre bulgularının gelişmemesi açısından etkilidir.
Diyabetik retinopatide hasta hangi evrede olursa olsun, retina tabakasının ayrıntılı ve renkli görmeden sorumlu ‘makula’ adı verilen bölgesindeki yapılarda, damarların aşırı sızıntısına bağlı ödem (doku şişmesi) oluşabilmekte ve bu duruma ‘diyabetik makula ödemi’ adı verilmektedir. Bu durum kan şekeri kontrolü iyi olmayan hastalarda daha sık görülmekte olup, görmeyi ciddi derecede azaltmakta ve hastanın okuma, televizyon seyretme ve araba kullanma gibi günlük aktivitelerini yapmasına engel teşkil etmektedir. Tedavide yine laser veya göziçi ilaç enjeksiyonları gerekmekte olup, erken yakalandığında görme düzeyi korunabilmekte, hatta arttırılabilmektedir.
Eğer hasta kan şekeri kontörlünü iyi yapamaz ve beraberinde kol tansiyonu ve kolesterol yüksekliği gibi durumlar da eşlik ederse, yıllar içinde diyabetik retinopati geç dönem hastalığa ilerlemektedir. Bu evrede göz içine yoğun kanamalar, retina tabakasının yerinden ayrılması (dekolman) ve göz sinirinin beslenme problemleri nedeniyle şişmesi (papillopati) gibi durumlara bağlı ciddi görme kayıpları yaşanmaktadır. Bu evrede genellikle göze ilaç enjeksiyonları ve laser tedavilerinin yanı sıra göz içindeki kanamaların ve göz içi sıvısının boşaltılması ve retina tabakasındaki ayrılmaların düzeltilmesi amacıyla ‘vitrektomi’ adı verilen ameliyatın uygulanması gerekli olabilmektedir. Bu ameliyat lokal veya genel anestezi altında gerçekleştirilebilmekte olup, beraberinde mevcut katarakt da alınabilmekte ve göz içine yapay göziçi merceği yerleştirilmektedir. Teknolojik açıdan karmaşık cihazlar ve retina konusunda uzman olan hekimlerle uygulanabilen vitrektomi ameliyatı sonuçları, görmenin korunması açısından yüz güldürücü olabilmektedir. Ancak, genel durumu iyi olmayan, kan şekeri kontrolü bozuk, beraberinde böbrekler gibi diğer organların da tutulduğu durumlarda birden çok ameliyat gerekebilmektedir.
Diyabetik retinopati, günümüz dünyasında diyabetin artması ile birlikte giderek artan oranda görülmekte ve yeni teknolojik gelişmelerle hastalık tam olarak tedavi edilemese de görme fonksiyonu uzun dönem korunabilmektedir. Bu konuda hekimlerinin uygun gördüğü kontrollere uyulmalı ve gerektiğinde ilaç, laser ve ameliyat gibi tedaviler uzman göz hekimlerince uygulanmalıdır.